Tarih ve Tekerrür
Tarih ve Tekerrür
İçeriği Görüntüle
İki haftalık aradan sonra yine birlikteyiz. “Tarih tekerrürden ibarettir derler, İbret alınsaydı hiç, tekerrür eder miydi tarih.” Böyle demişti milli şairimiz M.Akif Ersoy. Tamamen doğru. Türkiye ve Ortadoğu tarihini okudukça, karşılaşma sıklığı bakımından dikkatinizi çeken bir tarikat ve onun ülkelerdeki kollarına rastlarsınız. Gümüşhanevi Dergahı... Nakşibendi bir dergah. Kurucusu, Gümüşhaneli bir tüccarın oğlu olarak 1813’ de doğan ve babasının ısrarlarına rağmen İstanbul’ a gelip, medrese eğitimi alan Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi. Nakşibendi Abdurrahman el-Harputi’ nin öğrencisi oldu. 1844’ de müderrislik icazeti ve Beyazıt medresesinde dersler. Cağaloğlu’ ndaki Fatma Sultan Camii’ inde irşada başlayınca bu camii zamanla Gümüşhanevi Dergahı olarak anılmaya başladı. Dergah esasen Nakşibendiye Halidiye idi. Yani Nakşibendi tarikatının Halidiye koluna bağlıydı. Bu kolu ise 1779-Süleymaniye (Kuzey Irak) doğumlu, Halid-i Bağdadi kurmuştu. Soyunun Hz. Muhammed (S.A.V.)’ e dayandığı iddia edilir. Ama diğer yandan da Kürt olduğu biliniyor.   Böyle içinden çıkılamaz olay ve ilişkiler de hep bizi buluyor. Neyse biz devam edelim.   Esasen Nakşibendilik tıpkı Bektaşilik gibi Yesevilik’ ten doğmuştu. Hatırlatalım, Yesevilik tarihteki ilk Türk tasavvuf düşüncesi idi. Kurucusu Hoca Ahmed Yesevi idi. 1093 Türkistan doğumlu idi. Türklere İslam’ ı öğretmeyi amaçlıyordu. Her iki hareketin kurucuları üzerindeki tesiri çok güçlü olmasına rağmen, Nakşibendilik son 400-450 yıldır Anadolu’ da önemli bir hakimiyet kurdu. Ve önce Yeseviliğin, sonra ise Bektaşiliğin (Yeniçerilerin yok edilmesini de bu kapsamda değerlendirebiliriz, 15-16 Haziran 1826) erimesinde etkili oldu. Gümüşhanevi dergahı; kurulduğu günlerden bu yana, genel olarak bildiğimiz dergah yapısının dışında, sadece ruhevi olarak değil dünyevi olarak da oldukça aktif bir rol üstlendi. Örneğin, dergaha bağlı olduğu söylenen iki Cumhurbaşkanımız var. Sayın Abdullah Gül ve merhum Turgut Özal. Dergaha gönül verdiği iddia edilenlerin çoğunu siyasetten tanıyoruz: Recep Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan, Korkut Özal, Recai Kutan, Kemal Unakıtan, Temel Karamollaoğlu, Lütfi Doğan, Kahraman Emmioğlu... liste uzayıp gidiyor. Tabii öyle mi değil mi bilmiyoruz ama eğer gerçekse Türkiye’ nin özellikle son 25 yılındaki hükümetlerde bu dergahın ciddi söz sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Aslında bu listeyi incelediğimizde isimlerin çoğunun Adalet ve Kalkınma Partisi öncesi; 1970’ de kurulan Milli Nizam Partisi’ nde, ardından 1972 Milli Selamet Partisi’ nde, 1983 Refah Partisi’ nde, 1998 Fazilet Partisi’ nde ve en son 2001 Saadet Partisi’ nde olduklarını görüyoruz. Bu isimlerle birlikte, Bülent Ecevit ve Nazım Hikmet’ in de Nakşibendi ailelerin çocukları olduğunu belirtelim. Yani haklarında “Sabetayist (Müslümanlığa geçmiş gibi görünen Museviler)” iddiaları bulunan isimler...?!   Yukarıdaki partiler ile ilgili algı özetle nedir? Milli Görüş. Esasen Milli Görüş, Gümüşhanevi dergahı kurucusu Ahmed Ziyaüddin Efendi’ nin taa 1800’ lü yıllarda hayata geçirdiği bir hareket. Yani dergahın dünyevi olaylara müdahil olması, kurucusuna kadar uzanıyor: Belirttiğim gibi kendisi tüccar bir aileden geliyordu. Müritlerinde de esnaf çoktu. 1840’ lı yıllarda yabancı bankalar aracılıyla artan yurtdışı sermaye girişine karşı, yerli sermayeyi destekleyen yardım sandıkları kurdu. İş bilen ama parası olmayan girişimcilerle şirketler kurdu, kurdurdu. Milli sermayeyi oluşturma ve geliştirme amaçlı bu sandıklar, belki isim ve işlev değiştirdi, ve fakat ama günümüze kadar gelmeyi de başardı. Milli Görüş Hareketi oldu. Dolayısıyla Şeyh Ahmed Ziyaüddin Efendi, Avrupa’ daki milliyetçilik akımlarının Osmanlı’ da yankılandığı sıralarda ‘Milli İslamcılık’ olgusunu ortaya çıkarmıştı. Tıpkı dergah gibi Nakşibendi tarikatının Halidiye koluna bağlı olan, Türkiye ile ilişkilerinde hep iniş çıkış yaşasa da, sürekli ilişki içinde kalan bir aile var. Barzaniler... Tıpkı Kuzey Irak’ taki ve Türkiye’ nin Güneydoğu’ sundaki birçok insanımız gibi... Türkiye-Kuzey Irak ilişkilerini bu yönüyle de irdelemek gerekir mi? ABD bu ilişkilerin neresinde? Mesela, ABD’ nin Irak’ a girmesi sonrası ABD ordusu ile mücadele eden gruplardan biri; Nakşibendi Tarikatı Bağlıları Ordusu. Bu bize; tarikatın tasavvuf ile günümüz dünyası arasında güçlü bağları olduğunu bir kez daha gösteriyor. Gerek Arap ve Kürtlerin, gerekse Türklerin devlet yönetimlerinde söz sahibi olmayı, politika üretmeyi başaran bir tarikat ve farklı ülkelerde ona bağlı olan dergahlar.   Tabii bunları düşününce, akla şu sorunun takılmaması olası değil... Tüm bu milletler, yöneticiler, siyasi aktör ve liderler... Madem hepsi benzer düşünce ve inançlara sahip ve dünyaya aynı pencereden bakıyorlar, neden bölgelerinde kendi milletlerinin hakim olmasını sağlamak yerine, batının ülkelerimiz üzerindeki hedeflerine bir şekilde hizmet ediyorlar? Neden kendimizi yüzyıllardır bu ‘böl-yönet’ taktiğinin tam ortasında buluyoruz? Tam bir şeylere soyunulacakken neden hep bizim ülkelerimizde isyanlar çıkıyor? Lozan görüşmelerinde Musul, Kerkük ve Süleymaniye’ nin bize geri verilmesi, İngilizler tarafından sulandırılınca; Mustafa Kemal, Kuzey Irak için çizmelerini giyiyor söylentileri çıkar. Tesadüfen, tam da bu sırada, Şeyh Said isyanı çıkar. Dedim ya tesadüf! Yersen... Neden Şeyh Said isyanları, Menemen olayları, Kürtlerin özgürlük talepleri ve Arap baharları oluyor da, Fransız isyanları, İtalyan olayları, İspanyolların özgürlük talepleri ve İngiliz baharları olmuyor?!   Sürç-ü lisan ettiysek affola... Abdül Canbaz   Meraklısına NOT: Nisan 2013’ de Gümüşhane AKP İl Başkanı bir çağrıda bulundu: ‘2013 yılı Gümüşhane’ de Ahmed Ziyaüddin-i Gümüşhanevi yılı ilan edilsin. Herkesi bu anlamda bu şerefli yola hizmet için yarışa davet ediyoruz.’ Onun gibi milliyetçi olunacaksa, neden olmasın.