23 Ağustos’ da gazeteler şöyle yazıyordu:
Fethiye’de tatil yapan hakim stajyer Didem Yaylalı otel odasında ölü bulundu. Alkol aldığı öğrenilen Yaylalı’nın odasında antidepresan ilaç bulundu.
Ölümünün ardından; disiplinsizlik ve evrakta sahtecilik nedeniyle atamasının yapılmadığını açıkladı, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu.
Yani göreve verilmeyişinin nedeni,
Sosyal medyanın iddia edildiği gibi alkol aldığı yada tayt giydiği için değildi.
HSYK yaptığı açıklamada “Bu konular onun özel hayatı, bizim bilgimiz yok bu konularda” dedi.
Ya, ne diyecekti?
Bu sorunun yanıtını ve gerçekte sebebin ne olduğunu vicdanlara bırakmakta fayda var vesselam.. En nihayetinde ileri demokrasideyiz.
Allah (c.c.), bir türlü hakim olamayan bu genç hakim adayımıza rahmet eylesin.
Bugün sevgili Ayşe Arman’ ın köşesinde Evrim Ortakçı ile yaptığı röportaj var.
Bu yazıyı da, bu röportajı okurken kendime çok kızdığım için yazıyorum:
Fethiye’ de bir otel odasında ölü bulunan bir stajyer gencin haberini okuduktan sonra ne yaptık? Biraz vicdanımız olanlar “Allah rahmet eylesin” dedik herhalde.
Malum alkol alıyor, antidepresan ilaçlar kullanıyor ve tayt giyiyor...
Evrim Ortakçı ise bambaşka bir hikaye anlatıyor vefat eden Didem hakkında.
Evrim Ortakçı, ev arkadaşıymış Didem’ in. Daha doğrusu kendi tabiri ile kardeşi.
Didem’ i şöyle tarif ediyor:
1.55 boylarında, çıtı pıtı, Konya’ da okumuş. Diğer Ankaralı kızlara kıyasla daha muhafazakar. Alkolik dendi O’ nun için ama; içelim desek bir taneden biradan fazlasını içemezdi, uyum sağlamaya çalışır ama bünyesi kaldırmazdı.
Tayt giyerdi diyorlar. Sanki tayt giymek suçmuş gibi (Heyhat..!). Oysa Didem evden çıkmadan önce “Evrim, oram gözüküyor mu? Buram gözüküyor mu? diye on kere sorardı.”
Peki Sahte Rapor, Evrakta Sahtecilik?
Evimiz, birinci kattaydı ve soğuktu. Sürekli hastalanıyorduk. Didem’i öksürük krizinde hastaneye karda kışta zor yetiştirdiğimi çok bilirim. Yine öyle bir şey yaşadık, o zaman arabam da yoktu, zar zor taksi bulduk, Çağ Hastanesi’ne gittik. O ara, sürekli rapor alıyordu çünkü zatürre başlangıcı teşhisi koymuşlardı, ayağa kalkacak hali bile yoktu. Ve tabii stajına gidemiyordu. Güya o hastaneden aldığı raporda ‘evrakta sahtecilik’ yapmış. Oysa başhekim sonradan çıktı: “Kızın hatası yok. Biz evrakları eksik vermişiz. Gerçekten hastaydı” dedi. Güya devleti kandırmış. Didem; bırakın devleti, hiç kimseyi kandırabilecek biri değildi. Zaten ilk suçlamayı duyduğunda şoka girdi. “Bir yanlışlık olmuştur mümkün değil” dedi…
Fakat geri adım atılmadı. Evrak sahteydi.
Doktor imzası yoktu!
Evrim Ortakçı bu olayın 2012 Temmuz’ unda olduğunu, bu olaydan sonra da Didem’ in atamasının yapılmadığını anlatıyor:
Oysa, hakim olmayı gerçekten hak etmişti. Çok da iyi bir hukukçuydu. İnanılmaz çalışkandı. Bingöl, Bitlis, neresi olursa gidecekti. Hayatını buna vakfetmişti. Ve olmayacağına dair hiçbir şüphesi yoktu. Hatta başka bir şey söyleyeyim: Didem, AK Parti’ye oy vermişti. Bazı fikirlerimiz uymuyordu onunla, “Sağlıkta şöyle şöyle iyileştirmeler yaptılar”, “Bak çok az para vererek Çağ Hastanesi’ne gidebiliyorum.” diyordu. İşte böyle bir kızı, “evrakta sahtecilik yaptı” diyerek yaktılar. Didem, karşı dava açtı ve süreç başladı. “Adalet var! Bunu bana yapamazlar” dedi, güçlü durmaya çalıştı. Nafile…
Bakın arkadaşı Neden Didem sorusuna nasıl yanıt veriyor? Demokratik değil ama dramatik:
Biz genç insanlarız, belli bir sosyal hayatımız var. Olması da suç değil. Ama onun döneminden şu an savcı ve hâkim olan pek çok kişi, dışarı bile çıkmazlardı. “Evde buluşalım” derlerdi. Ya da dışarı çıktığımızda, tanıdık birini gördüklerinde, bulunduğumuz yerden kaçarlardı. Onlar içtikleri içkiyi kimseye göstermezlerdi, gizli içerlerdi. İçki içmek suç değil ama o camiada, adı konmamış bir mahalle baskısı var. Didem hafta içi, döpiyeslerle dolaşan bir kızdı. Yakışırdı gerçi ama gömlek, etek ve kol düğmeleriyle dalga geçerdim. Ama evet, hafta sonu tayt giyerdi. Bu da nasıl bir suçtur anlamak mümkün değil! Diğerleri ise, hafta sonu da hâkim-savcı gibi giyinirlerdi, “Biri görür ve hakkımızda dedikodu yapar ve mesleğimizden oluruz” diye. Ama yine de Didem’in aklına, “Tayt giymiş, bir bira içmiş” bunların sorun yaratacağı gelmiyordu.
Didem, zatürresinin sürekli nüksetmesi nedeniyle aldığı üst üstte raporlarda yapılan hatanın hastane tarafından kabul edilmesinin ardından kendi durumu ile ilgilenen hakimler kurulu üyeleri ile tek tek görüşmüş.
Hakimlerden birinin dediği iddia edilen enteresan bir cümlenin anlamının tam çözememiş Didem:
“Konservatif olman lazım. Belki de olamadığın için ataman yapılmadı.”
Konservatif olmak ne demek diye sormuş birilerine Didem. Onlar da “Hayat tarzınla ilgili olabilir mi?” demişler!
Bu süreçle birlikte; 8 yıllık eğitim hayatının ardından hakim olamayan Didem, depresyona girmiş ve bir gün kimseye haber vermeden Fethiye’ ye gitmiş.
Sonrası malum.
23 Ağustos’ ta intihar eden Didem’ den 224 yıl önce, yine bir Ağustos ayı sonları...
28 Ağustos 1789.
Fransa’ da “İnsan ve Vatandaş Hakları Demeci” yayımlandı. Neredeyse bizim ileri demokrasimizi tarif ediyordu:
İnsanlar, hakları bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar. Bu haklar; hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme karşı direnme haklarıdır. Her türlü egemenlik esas olarak milletindir (kralın değil). Kanun, millet egemenliğinin ifadesidir. Her vatandaş hür bir şekilde konuşabilir, yazabilir ve yayında bulunabilir. Kamu düzenine dokunmadıkça, kimse dini ve siyasi inançlarından dolayı kınanamaz.
Nokta.
Sürç-ü lisan ettiysek affola...
Abdül Canbaz
Meraklısına NOT:
İnsan ve Vatandaş Hakları Demeci aslında; kendisinden 13 yıl önce, 4 Temmuz 1776’ da Amerika’ da ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi’nde olan bu temel kavramların Avrupa’daki yansımasıydı.