Çocukluğu, babasının naipliği (kadı vekilliği) nedeniyle Vidin ve Lofça (Bulgaristan) şehirlerinde geçer. Sonrasında geldiği İstanbul’ da Divan-ı Hümayun’ da memurluğa başlar.
Osmanlı’ nın önemli illerinde divan katibi görevinde bulunur.
Henüz 18 yaşında, yolsuzluklara karşı hazırladığı rapor sadrazam Mustafa Reşit Paşanın ilgisini çekince, onun himayesinde İstanbul’ da devam eder, memuriyet hayatı.
29 yaşında Serhalife (Osmanlı yazmanlarının en kıdemlisi) tayin edilir.
Sonraki 7-8 sene çeşitli illerdeki yolsuzluk, karışıklık ve isyanların kontrolünü sağlamakla geçer.
Niş (Sırbistan)’ e vali olur. Vezir rütbesi, Paşa unvanı alır.
Ardından Tuna, Bağdat valilikleri ve 80 gün sürecek olan ilk Sadrazamlık...
Sultan Abdülaziz zamanındaki kaos nedeniyle, sultanın devrilip yerine V.Murat’ ın geçeceği 30 Mayıs 1876 olaylarının mimarlarından kabul edilir. Birkaç gün sonra devrik Sultan Abdülaziz, gözaltında tutulduğu Feriye sarayında bilekleri kesilmiş olarak bulunur.
Sultanın resmi tarihe intihar olarak geçen bu ölümü, hep tartışma konusu olacaktır.
Birkaç ay içerisinde V. Murat’ ın yerine II. Abdülhamid geçer. Bu süreçte Paşa, Abdülhamid ile başa getirilmesi şartlarını bizzat görüşür.
Bir ara; II. Abdülhamid’ in başa geçmesinin mimarı kabul edilen paşanın, kendine has milis güç kurduğu ve saltanatı kaldırıp, Cumhuriyeti kuracağı dedikoduları ağızdan ağıza yayılır.
Sonrasında tekrar sadrazamlığa atanan paşa, Osmanlı’ nın anayasasını yapan heyetinde başına geçer (Kanun-i Esasî, 1876).
Aynı yıllarda, 93 harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus savaşlarının (1877-1878) başlamasına yol açan bir toplantının başkanlığını da yapar (Tersane konferansı).
Azledilir, sürülür. Peşinden affedilir, Suriye’ ye vali yapılır.
Sürekli etrafındaki kişiler tarafından Paşa aleyhine kışkırtılan II. Abdülhamid, Paşa hakkında tutuklama emri verir.
Ahmet Şefik ismiyle pek tanınmayan Paşa, Ergenekon davası nedeniyle tutuklu olarak yargılanan eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ tarafından tekrar gündeme getirildiğinde, Paşanın yargılanmasının üzerinde de 132 yıl geçmişti.
Ahmet Şefik’ in, bilinen adıyla Midhat Paşa’ nın yargılanma süreci; 132 yıl sonra yine bir Paşa tarafından kendi durumu için örnek gösterilmişti.
Birkaç kez kendisine yurt dışına çıkması tavsiye edilen, ve fakat kendisine padişahın bir kötülük yapmayacağını düşünen Midhat Paşa, tutuklanıp İstanbul’ a getirilir ve 11 saat sorgulanır.
Midhat Paşa, sarayda kurulan (Yıldız sarayı içinde Malta Karakolu yakınlarında bir çadır) bir mahkeme tarafından, Abdülaziz’ i öldürmekle suçlanır.
İlker Başbuğ Paşa’ nın Midhat Paşa’ nın yargılanmasına dikkat çekmesinin nedeni olan bölüm, böylece başlamış olur...
Çadır köşküne götürülerek 10 gün daha sorgulanır. Tercüman-ı Hakikat gazetesi Abdülaziz’ in öldürülmüş olduğuna dair yayına başlar (Saraydan verilen talimat üzerine olduğu iddia edilir). Ahmet Midhat Efendi’ ye, Midhat Paşa’ yı itham eder nitelikte makaleler yazdırılır, aleyhinde bir kamuoyu oluşturulmasına çalışılır.
Paşa, bizzat II. Abdülhamid tarafından seçilen bir kurul tarafından yargılanır.
Mahkeme de zamanın mahkemelerinde farklıdır. Paşa’ nın duruşmalarının görüleceği mahkeme, İstinaf Cinayet Mahkemesi’ dir. Bir nevi normal mahkeme ile Yargıtay arası özel bir mahkeme denilebilir.
“Mahkeme” Başkanı, Midhat Paşa’ nın suiistimalleri nedeniyle görevden uzaklaştırdığı Sururi Efendi’ dir.
İkinci başkan, babası Etniki Eterya isyanı sırasında II. Mahmut tarafından astırılmış olan Hristas Foridas Efendi idi.
Savcılık makamında ise, yine bir Midhat Paşa düşmanı Latif Bey bulunuyordu.
Adeta bir çadır tiyatrosunu andıran (izlemek isteyenler, mahkeme salonuna biletle giriyordu) mahkemede;
Sanıklardan Hacı Mustafa ve Pehlivan Mustafa, Abdülaziz’i öldürdüklerini itiraf ettiler. İtiraf etmekle kalmadılar, duruşmada iddianameyi ezberlemişçesine aynen tekrarladılar. Nedendir, bu sırada Pehlivan Mustafa ayağa fırlayarak:
“Asın, kesin, öldürün, ama işkence ettiğiniz yeter” diye bağırır. “Bize zorla, bu işi yaptık dedirttiler. Yalandır. Biz efendimize kıymadık” sözleri mahkemede yankılanır.
Mahkeme, duruşmaya ara verir. Duruşma tekrar başladığında, Pehlivan Mustafa, sanıklar arasında bulunmamaktadır!
Midhat Paşa’ nın kendini savunmasına geçildiğinde, mahkeme başkanı çekildiği için, ikinci başkan görevi devralır.
Ve fakat, Paşa’ nın kendisini suçlayan sanıklara soru sormasına izin vermez ve Midhat Paşa’ nın savunmasını sözünü kesmek suretiyle sürekli böler.
Bunun üzerine Paşa, Mahkeme Başkanına atfen:
“Efendi, savunma hakkı ya vardır, ya yoktur. Ben seni eskiden beri tanırım. Bu iddianamenin sadece başındaki besmele ile sonundaki tarih doğrudur. Neden, Sultan Aziz’in vefatını, merhumun annesinden sormuyorsunuz? Çünkü ciğerparesi olmasına rağmen vicdan ve Allah korkusu olan herkesin yalan söylemeyeceğini biliyorsunuz.
Zihinler, istikametini kaybederek iftira atılmasına karar verdikleri zaman, beni insanlar içinde öyle çıkarır ki, bizzat şeytanın bile yüzü kızarır. Bu mahkemeye ne lüzum vardır?
Şahit dinlememek, delil ve belgeleri incelememek, bilirkişilere itibar etmemek, kanunları ayak altına aldıktan sonra mahkemeye ne lüzum var?
Tanzimat’ tan önceki duruma geri döndüğümüzü gördüğüm için çok üzgünüm. Bu benim için, sizin vereceğiniz bir ölüm kararından daha acıdır.
Bazı mahkemeler vardı ki, şeklen biter. Aslında devam eder. Sanıklarla, mahkeme heyetinin yer değiştirdiği vaki olan bu safhada, hâkim tarihtir.
Ben sizleri, cümleten bu büyük hâkime tevdi ediyorum.” der.
Dokuz saat süren savunma sonucunda Midhat Paşa, suçlu bulunur ve idama mahkum edilir.
Ceza ömür boyuna çevrilir.
Ve fakat cezasını çektiği Taif kalesinde 1884 yılında bir gece, muhafızlar tarafından boğularak öldürülür...
Ne diyelim?
Suçlu mu değil mi? Tarihçilerin ortaya çıkarabileceği, yada çıkaramayacağı bir muamma belki.
Ama Midhat Paşalar, Başbuğ Paşalar kolay yetişmiyor, orası gerçek.
Umarım haklarındaki iddialar iftiralardan değil, hakikatlerden müteşekkildir, diyelim.
Sürç-ü lisan ettiysek affola...
Abdül Canbaz
Meraklısına NOT:
“Midhat Paşa'nın cenazesi, 1951'de Taif' ten getirildi ve 26 Haziran 1951'de Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın katıldığı bir törenle Abide-i Hürriyet Tepesi'ne defnedildi.”