Koca meşe ağacı başınızı tepesine doğru kaldırdığınızda şapkanız düşer başınızdan. Boyunu ölçmek ister gibi bakarsanız başınız döner gözleriniz kararır. Sanki biz dikmişiz gibi başlarız böbürlenme...
Koca meşe ağacı başınızı tepesine doğru kaldırdığınızda şapkanız düşer başınızdan. Boyunu ölçmek ister gibi bakarsanız başınız döner gözleriniz kararır. Sanki biz dikmişiz gibi başlarız böbürlenmeye ne ulu be, tescilli mi acaba?İşte bize laf etmek düştü böyle bir mekanda. Koca meşelerin boş bırakmadığı alanda tek canlı bunlar, bir de ağzı olmayan cansız koca taşlar duvarlarda. Kaç duvar görmüş kim bilir? Nereden nereye, hangi saraya, kiliseye, eve? Hangi duvarın yapının hangi cephesinde arkadaşlıklar kurmuş? Hani sorarız ya onlarda sormuşlar "memleket nere hemşerim?" "içinden mi?"İlk tanıştığı usta kestirmiş gözüne almış önüne orasına burasına vurdukça çekici şekil almaya başlamış, biraz daha yavaş vurmaya başlayınca köşeleşmiş, tahta sehpaya konulup makarayla kaldırılmış zorla yerleşirken yerine birazda yerinde dövülmüş cuk oturunca ikincisine sıra gelmiş. Üçüncü önüçüncü derken duvar yükselmeye başlamış duvarla birlikte iskele de yükselmiş.Taş ustası belinde ki beziyle terini silerken derin bir nefes alıp dinlenir gibi oturduğunda, iskelenin tepesinden şöyle ufuklara baktı. Gözüyle süzerken uzakları gözlerini dinlendirmek ister gibiydi. Binlerce tepe; yeşil, gri, mavimsi uzakta ki yamrı, yumru, eğri, büğrü, tepeler. Kendi bulunduğu da bunlardan biri.Yine başını öne eğerken eline yapışmış gibi duran çekici kaldırdı.İskelenin altlarında ki pencere sövelerine öyle taşlar yerleştirmiş ki mektebinde öğrenmiş Yıldız Tekniği bitirmiş sanki. Kimi dik, bazısı yatık pencere boşluğu bırakılmış ama duvar zayıflayacağına daha bi sağlam olmuş. Kağıda çizer gibi geçmeleri, sımsıkı, araya bırakın çuvaldızı dikiş iğnesi bile girmez öyle öpüştürmüş lokum kutusunda ki Hacıbekir gibi. Sanki yılların aşıklarını sarmalamış öpüştürmüş birbirine.Tavana gelince sıra; kalın keresteleri sokmuş iki taşın arasına yılanın başını ezer gibi, inatla asılsan çıkaramazsın kalası, bir de katran sürmüş çürümesin diye, kapkara duruyor kırılmış, ucu duvarda yerli yerinde. Dükkanmış bunlar iki katlı alttan bakınca iki, üst kattan bakınca tek kat gibi yamaç çünkü nasıl yapacak çarşıyı. Hem alttan yolu var hem üstten.Mimarların piri olsa gerek bunu çizen. Koca tepe tırmanır gibi çıkıyorsunuz buraya, koca koca taşlar kırmızımtrak. Taşla taştan şehir çizmiş mimar, zamana meydan okuyan, zaten şehir yer gök taş yapıldığı tepe de taş ufukta gözlediği tepeler gibi. Ne deprem dinlemiş, ne güneşin yağmurun rüzgarın tepelere hakimiyetini, ne de hazine avcıları definecileri.Hayret bi şey, kimden aldın akılı, çekiç miras mı kaldı babandan eline öyle de yakışıyor ki her bir taşı dövdükçe yerine uygun hale geliyor. Sanki her bir taş dinlemiş onu sakince sabırla gireceği yeri, örüleceği duvarı önceden öğrenmiş sonra yerine göre kırılıp kırılıp yola düzülmüş çıkmış bir yerlere girmiş duvarlarda uygun deliklere.Bunlar dikdörtgen taşlar bir de odeon var kıvrılarak giden basamaklı oturulacak yerleri, bunlarda eğilip bükülenleri. Bunu başka usta yapmış. Hermes lir'i ile konser verecek sanki o kadar yani. Nereye çizdin de hangi taşın ne kadar büküleceğini bildin, el etek öpenlerin yerlere kadar büküldüğünü bilirdik de taş gibi taş olan kayanın büküleceğini burada gördüm. Bize kalsa Allah’ın taşı deriz. Gel de Allah’ın taşının nasıl laf dinlediğini ustanın öğrettiğini bildiğini gör. Görmeyenler için taa M.Ö. 2000 yılından beri dimdik duruyor. Sen görmediysen Allah’ın taşı Allah’ın kuluna ne desin? Demesine diyecek de usta eğilip doğrulmayı yontulup adam gibi taş olmayı duvarda oturmayı öğretmiş, bilseymiş bu güne kadar görmeyenleri düşünseymiş dil de verirmiş ama e artık insaf Allah iki göz iki kulak vermiş, duy da gel, gel de gör diye.Gelmediysen, Allah’ın taşı ne yapsın böylesine.Aigai Kenti burası. Keçiler diyarı, belli olmuyor mu? İnatla duruyor duvarı.