(Bu yazı hakkında kitap dahi yazılır, onun için biraz uzun oldu okurken sıkılmamanız için üç bölüme ayırdım.)
Ne zaman yabancı olduk birbirimize Kemal Sunal vefat edince, hababam sınıfındakiler büyüyünce, Bizimkiler dizisi bitince, Çok daha gerilere gidersek Laurel Hardy gibi komikliklere, Jerry Lewis’in gibi aptallıklara gülmediğimizde.
Orhan Boran Halit Kıvanç’ın maçlarını radyodan dinlemediğimizden bu yana. Metin Akpınar Zeki Alasya çifti ayrıldığında, Levent Kırca, Müjdat Gezen iktidarları eleştirmeyi bırakınca, Münir Özkul, Şener Şen emekli olunca onlara hep birlikte gülmediğimiz zaman birbirimize yabancı olduk.
Cem Karaca, Tanju Okan susunca, Samanyolu hatırlanmayınca.
Geçen gün pazara unuttuğum bir şeyi almak için bisiklet ile gitmek zorunda kaldım. Bisikletle pazara girilmez çok kalabalık bisikleti pazarcının birine bıraksam malını satmaktan benim bisikletime bakamaz. Ben yaşlarda üç kafadar pazarın girişinde emanet buldukları sandalyelere oturmuşlar dinleniyor sohbet ediyorlar. “Şunu şuraya bırakayım bakarak oluverin şurdan fasulye alacağım hemen de geleceğim” dedim bisikleti de onların yanında askıya aldım. Biri “Biz şimdi kalkarız” sırtını tutarak “Hemen geleceğim sizi bekletmem” dedim. Anladım ki kaybolan diyalogumuz da sebeplerden biri yabancı olmamıza.
Ortak müştereklerimiz kaybolmuş. Konuşmak için sebep, iş için vesile, görüşmek için bahanelerimiz bitmiş, bitirmişiz. Gailelemiz bitmiş, (ah o televizyon yok mu, bir de cep telefonu cebe sığmaz olaydı ele gelmez olaydı.) Hesap yapmaya başlamışız. Yarın bana lazım olur, onunla işim olur, çıkarlarımız öne geçmiş. Samimi sandığımız yaklaşımların menfaate dönüştüğünde karşı taraf da hesap yapmağa başladığında.
Karşımızdakini düşünmediğimiz zaman; ona ayıp olur, onun sırasını alamam, birazdan bir başkası da park edecek ona da yer bırakayım demediğimiz zaman, bir kaç gündür görmedim hasta mı acaba diye düşünmediğimizde, iş bulamadı nasıl geçiniyor demediğimizde.
Çinliler bozdu bizi ucuza satılan çin ürünleri alım gücümüzü arttırdı. Kalem, silgi, defter, boyalı kalem, oyalı mendil, el, bel, sırt çantası, limon kolonyası. Eskiden çantalar abiden kardeşe, defterler hatta her yıl aynı okutulan kitaplar komşu çocuğuna verilmediğinde... yabancılaştık.
Yaylamız vardı; Sultan Yaylası’nda dondurucu soğuk pınarları, Sultan Mustafa Suyu, kiraz bayramı olur her ağacın altında misafirler ye yiyebildiğin kadar. At eşek semerlerine bağlanmış küfelerde kirazlar, bir ağaçtan bir ağaca asılan transistörlü radyolar, ağaç üstünde üç ayaklı merdivenlerde kiraz toplayanlarda şarkılar. Her gün pazara giden kirazcılar. Yayla göçü başlamadan konu komşu akşam yakılan ateş etrafında oynanan oyunlar, türküler, (herkes bilmez elek kafaya konur sofra örtüsü baştan aşağı örtülür belde kuşakla bağlanır kukla gibi olanı başlarlar oynatmağa) Kirazlar bitmiş konu komşu taşınır olmuş, akşam üzeri yola koyulur göç kervanı; at, eşek, kimi yaya, traktör kasasında eşyalar önde. Sohbet muhabbet gırla Sivrice’ye gelindiğinde güneş batmıştır. Kervanın yolu da yarılanmıştır. Mahzen Çeşmesi’nden Narlıca’ya, Arapalan’a, Lalapaşa’ya dağılır kervancılar, komşular. Bağa taşınma hazırlık telaşı başlar.
Bağımız vardı; buz gibi tulumba suları, yaz akşamları sergi de dolunay zamanları, kömür karası çaydanlıklarda sohbete karışan çay bardağı tıngırtıları, bağ bozumundan sonra şehre göç komşu kucaklaşmaları seneye inşallah gözyaşları. Arabanın dingilinde köpeğim, at arabasının dengine tuttunmuş ellerim. Mahzun durgun çocukluk hallerim. Eylül serinliği, sonbahar esintilerim, çocukluk heveslerim, kaybolduğunda yabancılaştık...
BİR ŞEHRİN YABANCILAŞMASI-2
Bağı ayrı, dağı ayrı, çarşısı apayrı; mal almaya İstanbul’a gider esnafın bazıları. Ne yaparlar biliyor musunuz? Dükkanı kapatmaz veresiye getiren olur değişmeyen müşterisinin acil bir alımı olur dükkan kapalı olursa başka yere gidemez. Açık bırakmak lazım işte velinimet budur. Açık kalacak dükkâna kim bakacak? Yanda aynı işi yapan komşuya bırakılır anahtar. Komşu sabah besmele ile önce komşusunun emanet dükkanını açar sonra kendi dükkanını. Bitti bunlarda bitti. Tarım para etmeyince bağ bahçe tarla takke satan esnaf olmayanlar rekabeti getirdiğinde yabancılaştık.
Komşuluklar ahhh ah komşuluklar; hastalıkta sağlıkta, iyi günde dar günde, kıt olan yemek paylaşılır, ekmek fırından gelince bölüşülür, hastalığa kocakarı ilacı yapan yaşlılar çağrılır, adeta medet umulur. Geçmezse doktora fayton tutulur, çağrılır. Sıtma, kuş palazı, menenjittir başlıca hastalıklar yokluk devri, bir çoğu eser bırakır çok azını da alır götürür bakımsızlıklar.
Yıl 1975-76 oldu; gecekondu önleme bölgesi planlandı Laleli Mesir Mahallelerinin olduğu yere. Memur işçi toplaştı kooperatifleşti konutlar kıt kanaat parayla yapılmaya başlandı. Ne gibi Manisa Birlik gibi. 15.000 kişi yerleşecekti Manisa Birliğe villalar ile 5 bin kişi ancak yerleşebildi. Ne gibi Şimdi ki kentsel dönüşüm gibi. Eskisi yıkılarak yerine yenisi yapılıyor ama şehrin kaderi değişmeyen şekliyle kalıyor, yer evleri yok olunca komşuluklar bittiğinde yabancılaştık.
Kent dönüştü mü?
Gecekondu önleme bölgesiyle gecekondu önlendi mi?
Manisa Birliğe 15 bin kişi yerleştirildi mi?
Muhteşem Gediz Ovası’nın pamuğu, Yuntdağı’nın tütünü, politikalar sildi götürdü tümünü. Zirai Donatım Kurumu, Tariş battı, Ziraat Bankası çiftçiye yabancı oldu. Hayvancılık ayrı bir alem, satıla satıla gitti et balık da kalmadı. Çiftçi umudunu göçte aradı. Köylü iş umudu ile göçe göç kattı. Yabancılara bıraktığı köyünü terketti, o da yabancı olduğu şehre geldi çattı.
1927 ve 1970’e kadar ki imar planları tarihi eserleri koruma öncelikli ve yapım tekniğine uygun olarak en fazla üç katlı idi. İmar yapılacağına ihmal yapıldı. Yap sata çok kurbanlar verildi. Gecekondu mahallesi Nurlupınarken Akpınar da oldu. Diğer olanlara Türk büyüklerinin ismi kondu.
1973’te mimarlık ofisimi açtım o yıllarda Horozköy (Atatürk Mah.) Hafsa Sultan, Cumhuriyet mahallelerine ve diğer gecekondu mahallelerine Islah İmar Planları yapıldı (seçim vaadleri yasalarından.) İki katlı çok proje çizdim. Horozköy belediyesi ruhsat veriyor millet sırada benim ofisten projeyi kapan soluğu Horozköy de alıyor. Müşterek tapu ortak arsa (tarla) Tarla bağ bahçe sahibi (şahıs) parselasyonu bakkaldan aldığı mektup kağıdına (çizgili) parselleri çiziyor 2 metre bazıları 3 metre kendinden yola pay bırakıyor komşu tarla sahibi de 2 veya 3 metre bırakıyor iki tarla daha doğrusu her tarla bir ada oluyor iki ada arasında 4 veya 6 metre yol kalıyor. Kahvenin camında asılı parselasyon planı, satılanlar çapraz çizgiyle kapatılmış satılmayanlar için kahveciye müracaat.
İşte bu parselasyonlara ben ve öteki mimar, mühendis, haritacı, fen adamı, bayındırlık emeklisi, teknik ressam proje çiziyor bir furyadır gidiyor, ruhsatları imzalıyoruz. O zamanlar fen adamı teknik ressam proje yapamaz diye bayağı mücadele vermiştik.
Böylece ruhsatlı gecekondular oluşuyordu ama kanunlarda bu işe cevaz veriyordu. Bu zamanlarda yap sat kanunu çıktı (çıkmaz olaydı). İmar planı 1989’da değişti ve her mahallede sokakta caddede katlar arttırıldı. Burada şahıs parseli yapılmadı ama şahısların arsalarına hiç dokunulmadı. Kimsenin tapusu delinmedi. Tek ve iki katlı yapıların arasında yol kaç metreyse hiç farketmez aman şahsın tapusuna dokunmayalım denilen bir plan yapıldı. Plan yapılmadı mevcudun üzerinden geçilen ama adaların üstünde iki üç kat yazılı olanlara beş altı yedi sekiz kat yazıldı. Tarihi eser, cami, han hamam koruma hak getire, haydi Allah rast getire, bir plan ile herkes mutlu mesut edile. Berbere, diploma verilen yerde herkes müteahhit oldu. Ayakkabıcısından bakkalına, toptancısından perakendecisine kadar. Biz de bir kaç müteahhide proje ile destek verdik. Horozköy ve diğer gecekondu mahallelerinin projelerini yenilere bırakmıştık.
Bir taraftan yıkılıyor, diğer taraftan çiziliyor Manisa. Balkonlu, büyük sürme camlı, en üstte çekme çatı katı denilen her keseye uygun daireler yapılıyordu. Yıkılıp gidenin yerine kaleterasit sıvalı apartımanlar geliyor. İnşaat malzemesi imal eden firmaların barkod numaralarına uygun ürettikleri malzemeden oluşan bir Manisa ortaya çıkıyordu.
Tarihi eserler çok katlı apartmanlar ile abluka altına alınırken Manisa her vurulan kazma kürekle tarihten siliniyor, tanıdık bildik sokaklar üç beş ayda şekil değiştiriyor tanınmadığımız bir sokak oluyordu. Artık eve göre tarifler verilmiyor apartmana göre yerler tarifleniyor, ayrıca yeni yapılan binalara methiyeler düzülüyordu. Beş kata 1,5 kat altı kata 2 kat ölçeğiyle müteahhide verilen eski Manisa evleri yıkılıyor, komşuluklar bitiyordu. Sefertası gibi üst üste konulan konutlara apartman denilen yapılara bir katın haricinde (tapu sahibi) tanımadığımız yabancılar taşınıyordu. Hoşgeldiniz ev gezmeleri tanışma fasıllarına yetişelemeyince o iş de bitmişti. Evlere, yaygınlaşmaya başlayan televizyon sessizliği hakim oluyor, ev gezmeleri, sohbetler son bulurken gözler faltaşı gibi açılmış vaziyette sabahlar yapılmağa başlanıyordu.
Derken sanayi devri geldi çattı; 1965 göç yılları Türkiye’nin batısı ağmaya başladı. Manisa’ya çalışmaya gelenler barınmak için müşterek tapuya sığındı, ortak alınan tarla paylaşıldı, harçsız tuğladan sıvasız evler çatısı kırık toplama kiremitler kendi hallerine bırakılan yeni yabancılar, mahalleye dönüşen gecekondular.
Bu kadar yap sat yık yap konutları 90’lı yıllarda gelişmeye başlayan OSB’nin vardiyalı işçilerinin konut ihtiyacını karşıladı. Bir yandan gecekondular yapılırken öte yandan apartmanlar doluyorken Değirmen Boğazı, Kısık Çıkmazı… sokak isimleri yerine 3000 5000 gibi numaralar verildi. Tarihi sokak çeşmeleri bir bir yola yeşil alana parselasyona yenik düşerken kalan bir kaç tanesinin de suyu akmaz oldu.
Kadim şehir Manisa, nâdim şehir Manisa, hâdim şehir Manisa, malûm şehir Manisa oldu. Ne demek malum şehir diğer şehirlerden farkı olmayan herkesce bilinen tanınan demek.
Bir şehir işte böyle yabancılaştı? Planlama ile. Hasret kalınan hasletler, yitip giden değerler ile. Vardiya şehri olmak ile. Büyükkent denilen düşünceler ile.
BİR ŞEHRİN YABANCILAŞMASI-3
BİR ŞEHRİN YABANCILAŞMASI-4
Editör: TE Bilisim