MANİSA MANİSALIYA KALSIN MANİSA MANİSALIYA KALSIN
Mutlu huzurlu bir şehirde demir yığınlarının saklandığı, kornaların sustuğu, gölgeli, çiçekli yolarında ki sakin rahatça yürürken yanımdan geçenlerin gülümseyerek selam verenlerin sıcaklığı, yakınlığı, asırlık çınar ağaçlarının güneşi süzdüğü, havuzda ki durgun suyun gençliğimin görüntülerini yansıttığı, kuşların ötüştüğü, torunlarımın koşuşurken ki oynayışlarının yankılandığı, sokaklarının ıhlamur koktuğu mevsimden yağmurlu günlerin dinginliğinin duyulduğu oluk seslerinin, kiremitlerin parlaklığında melodileştiğinde, nağmelere kapıldım:   Zamanların kayıp gittiğinin tatlı rüyalarında ki tembel gerinmelerin sarmalandığı göz kapaklarında ağırlaştığı mahmurlukların masumluğunda, kaybolan dünyalarımızda aranmışlıkların nostaljilerinde, eş dost konu komşu akraba topluluklarında, komşuluklarında, dost meclislerindeki bağdaş kurup kesilen ahkamların, iddialı tartışmaların, şakalaşma, takılma yarenliklerinde ki dibek kahvesinin ağıza gelen iri tanelerinin dişler arasında kırılmasının tadı, kahve köpüğünün methinde ki ince esprilerinde geçen uzun kış geceleri, laf dinleyeceğiz diye büyüklerin aralarına serpiştiğimizde yediğimiz azarla sinsi ve kurnazca gülüşlerimizle duyduklarımız bize yeter edalarında ki hallerimizle yatağa gidişlerimizde, büyüklerin yanlarında çocukların susturulduğu bi o kadar yaramazlıktan geri kalınmadığı, okulda dayağı, öğretmenin sopasını bilsek de itileşme kavgalarımızın çocuk masumiyetindeki göz yaşlarımızda, çelik çomağın kapılmasında ceketlerimizi ters giyip söküklerin dikilirken ki annelerimizin azarlarına karşılık sarılıp baş yaslamalarında, yazlık sinemalardaki gazoz keyfi, koltuk altında getirdiğimiz sandalye minderlerinin yumuşaklığında, elimize yapışı kalıveren çekirdekle uykumuzun gelmesine karşılık uyumayın taşıyamam cazlarına rağmen sandalyeden düşer numaraları ile anamızın dizine kıvrılıvermelerimizden.   Gençlik ateşinin baş döndürdüğü günlerde Beatles hayranlığını Elvis'in aldığında, kan ve gül'ün ezberlerinde Tanju Okan'ın romantik nağmelerinin sindiği kanepelere yazılan aşklarımızdan, bıyıklarımızı burabildiğimiz sakalları geciktirdiğimiz zamanların yorgunluğunda, aydınger gerilmiş masaları yastık yapıp sabahlamanın erdemindeki kasılmaların bol çizgili gecelerin güneşli sabahından aşktan yana çizili hayallerin gün saydığından yeşil renkli şafak sayımı gurbetlere, çocuk şamatasından torun cıvıldaşmalarına gelen ömrün, yılların alıp götüremediği umutlardan gizli ümitlerden, bir ömür denilen göz açıp kapanacak kadar kısa ama say say bitmeyen; aylar, günler, saatler, dakikalar, kadar up uzun dünyalar.   Oysa,   İki kapılı han dedikleri dünya; bir kulbundan açıp, diğerinden kapatılan bir kapıymış.                    

Editör: TE Bilisim