Bir kameradır tutturduk. Güvenlik deniyor, sağlamak gerek, olayların ardı arkası kesilmiyor.
Taşçılar Mescidi Esnafı ikindi okunuyor. Doğusunda ki üç beş basamakla çıkılan merdivenin en üst basamağından okunuyor, o zamanlar minareler süngü kalemler bilmem ne değil minareler işlevine uygun, ezan şerefesinden okunuyor.
İşte bu zamanlarda ki esnaftan sandalyesini kapıya koyan namaza gidiyor.
Evlerde: Tahta kapılar mandallı çektinmi kapıyı mandal yerine oturuyor. Kulbunun üstünde yassı parmak basacak kadar mandala başparmağını bastırdınmı açılıyor kapı. Ev sahibinin gelenden haberi olması için bir çan var tepede kapının kanadıyla buluştuğunda çan çan çalıyor. Gelen "huuu" diye seslenince ev sahibesi sesten tanıyor "Buyur kızım" nidası ile cevaplıyor asılı duran çanı.
Tek katlı bahçeli içerlikli evler böyle, daha kapı zili icat edilmemiş, ya yumruk olmuş döküm tokmak var ya da geniş kapı halkasının altında saç parçası vurunca çat çat çat sesine kapı açılıyor.
Zil takıldı sokağa yabancı yeni taşınmış evlere. Tek zilin üstüne ikinci üçüncü beşinci zil ilave edildi. Komşular seyrek gelip gitmelerden sonra zillerin yanına isimler yazıldı. Sonra zillerin yanına yazılan isimler silindi işte zurnanın zart dediği yere gelmiş olduk. Zillerde ki isimler silindiğinde çarşıda da sandalyeler yerine kapılar kilitlendi .
Bunlar ne zaman oldu, tarih atalım dersek televizyonun evlere girip kanalların arttığı zamana başlangıç diyebiliriz. Sandalyeler amaçı dışında kullanılmadı, ziller isimsiz kaldı yanlış basılınca da kim o sesleri merdiven boşluğundan duyulmaya başladığı zamanlara rastlar.
Gel zaman git zaman artık tellallık yapacak deve bulunmadığı, pirelerin neden berber olduklarını düşünmeye başladığımız, çocukların annelerinin beşiğini tıngır mıngır sallamayı bırakın,annelerini babalarını dinlemedikleri çağa geldik. Zamana "zamane" dendiği günler geldi çattı.
Naylon torbada tiner, köşe başında ot, ucuzundan bonza. Çalanın çırpanla karıştığı, pala tırpanla sokakta dolaşıldığı, döner bıçakla ince kıyım yapıldığı, şişlerin kuzuya değil insanlara geçirildiği, omuz atmanın bela, belanın kol gezdiği, kolların jiletlendiği, olaylar film gibi. Bitmek bilmiyor, 24 kısım tekmili birden.
İşte bu filmlerde ki kamera makine dairesinden çıktı; sokaklarda köşe başlarına, direklerde tepelerine, kapılarda üstlerine, işyerlerinde girişlere, yerleşti.
Her gün pırasaların doğrandığı sokaklar, farelerin dadandığı kasalar, marketlerin patlatıldığı, evlerin soğana çevrildiği, filmin en heyecanlı yerleri. Kamera makine dairesinde olur. Dükkan üstünde, sokağın köşesinde, direğin tepesinde, kulağın küpesinde kamera mı olur? Memlekette polis var, güvenlik var, devlet var, var oğlu var da bekçiler yok, karakollar iki kapılı oldu. Mertliğin delikanlılığın perşembe pazarında satıldığı günlere geldik. İnsanlar çoğaldı, çokluğun boklukla anıldığı günlerde herkes serbest, ekonomi gibi.
Hürriyetin gasp, demokrasinin ast, küçüklerin üst, olduğu devirde kamera ister tak ister takma.
Ama:
Bir musibet bin nasihatten evladır.
Kendi düşen ağlamaz.
Ağlarsa anam ağlar.
Kilit dosta hırsıza değil.
Tak kamera olma madara.
...