MANİSA MANİSALIYA KALSIN MANİSA MANİSALIYA KALSIN
TATİL DENİLEN ŞEY
Günler geçip giderken bayramlar tatiller araya girer, nefes almak sözde dinlenmek dediğimiz yan gelip yatmalar karışır günümüze. Yanlamaktan belimiz tutulur, biraz doğrulalım biraz daha yayılalım dediğimizde uykuya dalarız. Bu uyku büyük bir ağacın altında serin bir yerde, dere kenarında, gedevette isek tadına doyum olmaz, gözler öyle mahmurlaşır ki uyandığımızda üzülürüz biraz daha uyusaydım keşke, dememize kalmaz saate baktığımızda uzun bir uyku uyuduğumuzu farkeder mızmızlanmayı hayıflanmayı keseriz.
Bu uykuya dalışta cırcırların sesleri rahatsız etsede "zamanı" der affederiz, kuş sesleri cikciğin yanında melodili ötüşlere bir de küçük vücudlarına baktığımızda bu ses bundan nasıl çıkıyor diye düşünürüz.
Arada bir tezek kokusu karışsa da köyde olduğumuzu hatırlar, az önce öğle yemeğinde içtiğimiz ayranın bu tezek kokusunu üretenlerden geldiğini düşünerek hoş görürüz.
Özendiğimiz bu ortam bu yeşillik, sessizlik, sakinlik, güzel ve temiz havayı tatildeyken yaşarız da bir müddet sonra dönüş günü yaklaştığında; Evimizi, gürültüyü, egzos kokusunu, iş telaşını, yorgunluğu, günlük çatışmaları, iş kavgalarını özleriz.
Hayatımızın bir parçası olmuş kısır döngülerle yaşanmışlığımıza ses çıkarmaz kaderci bir yaklaşımla avunuruz. Bu hengamenin içerisinde birkaç kere tatil yöresini anlatır, tatil günlerini düşünür, hayıflanır sonra da unuturuz ta ki bir daha ki tatile kadar.
Arabamıza park edecek yer bulamamamız, akşam kafelerde ki dedikodu ve yan masalara laf atışlarımız, sevgilimizin elinden tutup caddelerinde dolaştığımız, banklarda baş başa oturduğumuz, çocuklarımızı oyuncaklarda oynatışımız, salıncakta sallayışımızdır artık bir parçamız kentli olmaktır kentin kanununa uymaktır. Sabah sporları egzos kokuları altında parkurlarda yürüdüğümüz aşina yüzlerle "dün yoktunuz"," bu sabah geç uyandım"," dünden çok yorgundum" gibi takılmalarımızdır kentte yaşamamız.
Park yeri ararken ki hiddetlenmelerimiz, trafikte seyrederken sinirlenmelerimiz, arabanın içerisinde aslan kesilmelerimiz, kentin kanunudur sanki.
Kentte yaşamanın bedeli ağırdır; Sinirlere hakim olmak, güler yüze sahip olmak, hoş görmek, affetmek, özür dilemek, eve sakin dönmek, selam vermek, tüm bunları yapabilmek kentli değil şehirli olmanın özellikleridir.
Şehir; kasaba ile kent arasına sıkışmış olan ne kasabalı ne kentli olmak istemeyen insanî halleri sürdürebilmenin, tatil boyutlarını yaşatmanın özlemini duymak, istediği hasletleri hissetmektir şehirde yaşamak.
Bedeli ne olursa olsun yaşamayı alışkanlık haline getirdiğimiz iş hayatımızı sürdürürken ki sıkıntı ve bazen dikleşen diyaloglarımız, sinir törpüsü karşı tarafın halleri, olmazsa olmazlarımızdır.
Tatil; Kaçmak unutmak değil bir miktar kafayı sakinlemek sıfırlamak gibi gözüksede dönüş tarihinin belli olması ve sona yaklaştıkca kentli kimliğimizi yavaş yavaş benliğimize yerleştirmeğe başlar ve asabileşmeğe başlarız. Valizi toparlarken bir şey unutmayalım diye eksenimizde fırıldak gibi dönerken elimiz başımızda öfler çeker dönen başımızı oturarak dinlendiğimizi sanırken bu kadar zaman tatilde ki sakinliğimizi bir valiz bir dönüş bir yapacaklarımızı hatırlamamız mahfeder gider.
Kentte bekleyen bunca işin hengamenin yanında arkadaşlarımızı dost sohbet ve birlikte yediğimiz yemekleri özler gibi düşünür dönüşe kendimizi hazırlarız.
Evimizde ki sabah kahvaltısında ki sütü üretenlerin tezek kokularını da ürettiğini düşünür bu kokulara tatilde nasıl katlandım, şu bed sesli horoza, bir şey yokken barın barın bağıran tavuğa, akşamları uyutmayan köpek havlamalarına takılır nasıl çekmişim deyip tatil yöresinden kendimizi soğutmağa çalışırken pansiyon sahibinin güler yüzü, tatlı sesi ve de güzel kızı son bir öf daha çektirirken arabamızın marşına basıp da ayrılışımızın ardından keşkeler gelir.
Yolda belli bir mesafeden sonra unutmak ister gibi arabanın radyosunda, müziği bulmak için çevirdiğimiz radyonun düğmesi parmaklarımızda yuvarlanırken nağmeler hatırlatır tatildeyken ki anılarımızı. (Hiçbir şey bir müzük parçası kadar maziyi hatırlatamaz.)
Serinliğin ürpertisi, çivisi çıkmış tahtası düşmüş iskelenin ayaklarına vuran denizin çırpıntısı, ay ışığının deniz üstünde ki yolu ve yalnızlığınızın iç konuşmaları, gözlerin keskinliği, kulakların dikleşmesi, kentin özlemi, tatilin masumiyeti gelir müziğin nağmelerine takılır kalır.
Bir an da karar verir, frene basar, arkanızda bıraktığınız tozun içerisine dalar geri dönersiniz. Ama nasıl olur? Sözde; Bekleyenler, ömür törpüsü işiniz, bazen küstüğünüz dostunuz, şehrin gürültüsünde ki eviniz, arkadaş bildikleriniz, nasıl olur? Bırakıp da geri dönmek tüm bunları. Sevinçle üzüntünün karmaşasında, kararın belirsizliğinde aklınızın beyninizi zorlamalarında ki kalp atışlarının sesinin hakim olduğu bir anda dönüşünüzün rüya ama Pazartesi sabahı uyanışınızın gerçekliliği tatilin bittiğini anlatır.
 
Azmi Açıkdil/Mimar

Editör: TE Bilisim