Sabah erken yola koyulduğumuzda Prijedor'dan saat 6 da çıkmıştık. Kaç kilometre gittik bilmiyorum vadinin derinliğinde giden bir yola girdik yılankavi hareketle virajlı yolda giden otobüsümüz fazla sürat yapamıyordu.
Kıvrılarak virajlara uyum sağlamaya çalışan otobüsümüz ile bazen zorlandığında fren yaparak bazen gaza basarak gidiyoruz. Yeşilliğin koyuluğunda sabahın henüz patlamamış mahmurluğunda gözlerimiz istemeyerek kapansa da sert bir dönüşle koltuğun yanına yapıştığımızda yarım kapalı göz ucuyla yola bakıyor dayanılmaz manzaraya bakma arzusu, mahmurluk, faça façaya kavga ediyordu.
Dik ve yüksek kenarları olan vadinin dibinde her dönüşte bir sürprizle karşılaşılan yolda bazen Neretva nehrini önümüze alıyor bazende yan yana gidiyorduk. Köpüren yerlerinde rafting, durgun yerlerinde balık yetiştiriciliği, çok geniş gölümsü bölgelerinde de enerji sağlayan bir nehirdi. Tabiatın güzelliği, yeşilin koyuluğu, ağaçların alçak bodur yeşillerin kardeşliği ile oluşan renk cümbüşünde yol alıyorduk. Yer yer içinden geçtiğimiz küçük yerleşim alanlarında ki kırmızı kiremitli dik çatılarıyla beyaz ev kümeleri tabiatla baş başılığın özenini kamçılıyordu. Koyu renklerin güneş almayan derinliğinde ki bu vadide tüm özentiye rağmen muhalefet gösteren ürküntü bazen hayallerin güzelliğini zorluyordu.
Yağmur ormanlarını hatırlatıyor dememize kalmadı yağmur başladığında benzetmeden ziyade yaşamaya başladık. Hava güneşsiz rengiyle, puslu haliyle, yamaçlarda ki ormanın dumanıyla, nehrin durgunluğu, yükseklerden gelen yağmur damlalarının yorgunluğu, araçın silgecinin camda ki sesi ve yoldan gelen lastik hışırtısı. Vadinin huzurunu bozmaya yetiyordu. Yol boyunca taş düşmesini ikaz eden trafik levhalarını; yer yer rastladığımız yolda ki taşlar ikaz levhalarını doğruluyordu. Her ne kadar kazıntı yapılmış yamaça çelik file giydirilsede taşlar bir yolunu bulup düşmüşlerdi.
Nehre dik burnunu uzatmış gibi giren kaya; yolu kapatmak ister gibi boylu boyunca yola uzanıp yatmış olsada tünelle koltuk altından geçer gibi yolumuza devam ediyorduk.
İçinden geçtiğimiz her köyün uzaktan göze çarpan minaresi, yaklaşınca camisi, yanından geçerken ki mezarlığı, mezarlığında ki beyaz mermerlerinin arasında koyu renkli yosun tutmuş mezar taşları, Osmanlı izlerini yansıtıyordu. Biz de yol boyunca nehir ile yol kıyısına yerleşmiş köylerde ki cami mezar diyerek Osmanlının ayak izlerine basa basa Mostar'a yaklaşıyorduk.
Neretva Nehri ve kahverenkli levha ile yönümüzü doğrularken Mostar'a girdik. İçler acısı binaların yıkık duvarlarında ki mezalimin kurşun izleri burnumuzu sızlattı. Boşnak, Sırp, Hırvatların; kimine göre savaş, kimine göre çatışma, kimine göre düşmanlık, ama bana göre kardeş kardeşin kavgası ve birbirlerini katletmeleri düne kadar yan yana oturur dertleşir teselliler ile avunanlar ne oldu da kan akıtmaya başladılar? Azınlık olan Müslüman Boşnaklar katledilen canlarla daha da azınlığa düşerken aralarına görünmeyen kırmızı hattı çizen Sırpların öfkesi hala dinmemiş. Mostar Köprüsü'ne uzaktan baktığımda yıkılan köprünün yenisi yanda ki gri beyaz yer yer kara çizgileri olan kulelerin yapılarının yanında çok yabancı duruyordu. Sırpların hakim tepeden yaptıkları top atışları ile parçalayarak yıktıkları köprünün her bir taşı suya düşerken kırmızıya boyuyordu Neretva nehri. Kızıla boyanmış halde akan nehir mezalimin şahidi oluyordu.
Onca yolu Mostar Köprüsü'nü görmek için geldiğimizden her yönden fotoğraf çekmeme rağmen Osmanlı Camisinin minaresine çıkarak da çektim sadece köprü değil bütün Mostar'ı.
Caminin duvarları, minarenin gövdesi, şerefesi, köprünün ayaklarına payanda olan kuleler, aynı renkte ki evlerin çatılarında ki kayrak taşların rengi yıllara meydan okuyarak beyaz rengini hala korur ve Mostar'a bir uyum sağlarlarken bu birlikteliği, deseni, dokuyu, rengi, sağlayan insanlar kendi aralarında ki uyumu sağlayamamışlardı.
Yolda başlayan yağmur burada da bizimle beraberdi. Korunmak için tedbirli değildik. Kimimiz yağmurluk bazılarımız şemsiye satın aldık. Lacivert, haki yeşili yağmurluklarla kışın gösterimde olup reytingi yüksek olan yabancı dizi Walking Dead kahramanları gibiydik. Yağmurdan yüzümüzü gizlemek için yere bakarken dizide ki kahramanlar gibi daha inandırıcı olmuştuk.
Arada bir yağmur şiddetini arttırırken hediyelik eşya alamayan hanımlar biz mi Mostar'ı gördük Mostar mı bizi gördü? Diye yakınmalarına rağmen Manisa Büyükşehir Başkanımız ve meclis üyeleri ve bizler heyecanlanmış Osmanlı'nın izini değil kendini gördüğümüzden hem mutlu olmuş hem de gururlanmıştık.